Mecburi hizmetin farklı bir hikayesi bu sefer ki…
Hani derler ya,
Yiyecek ekmeğiniz,
İçecek suyunuz varsa;
Fizan da olsa giderseniz…
O hesap işte.
x x x
Bir şehre taşındık önce;
Ev aradık…
aradık…
aradık…
Bulduk!
Eşyalarımız gelmediği için civarda gezinmeye karar kıldık,
Atladık arabaya, şehrin otuz kilometre uzağında bir yerde bulduk kendimizi!
Kuş uçmaz, kervan geçmez memleketimin,
Ücra köşesinde bir gölet…
Hepsi o kadar, başka bir şey yok yani!
Neyse dedik bindik arabaya,
Bastık gaza…
Bir baktı ki…
El büyüklüğünde yavru bir köpek,
Asfaltta bir sağa bir sola gitmekte…
Anası yok, babası yok..
İnlerin cinlerin oynadığı yerde…
Kendi kendine…
x x x
Yorulmuş, susamış ve aç kalmış bu yenidoğanın,
tek bir derdi vardı: yaşamak!
Eşim pet şişeden avuç içine su koydu,
Bebeğin bir su içişi vardı ki,
gözlerinize inanamazsınız…
Can’dı sonuçta…
Ne yapsak diye düşündük,
Hayvan barınağını aradık,
Getirin bakarız dediler,
ama yüreğimize bu düşünceyi konduramadık!
Arabaya aldık onu,
O küçük gözleri görmeliydiniz…
Kahramanları bizlerdik!
Arabayla giderken,
Bir askeri kışlanın önünde kendimizi bulduk.
Kapıya gittik, elimizdekini gösterdik,
Bakar mısınız dedik?
Şaşırdılar önce…
Bir asker içeriden çıktı ve:
“komutanım ne olur biz alalım”
“Bakarız, eğitiriz ve karavanadan artanla da besleriz,
Hep beraber de eğleniriz”, dedi…
Komutan ilk başta karşı çıksa da, son sözünü söyledi:
“Adı da Nizamiye olsun!”
Küçük köpeğe yuva bulmanın sevinciyle döndük şehir merkezine;
İmkansız yerlere, imkan götüren hekimlere adadım bu satırları…
Belki birileri duyar ve Türkiye’de hekimlere haksızlık yapıldığını anlar diye…
Kur’an-ı Kerim’de Ali-İmran Suresi’nin 140. Ayeti der ki:
“Allah haksızlık yapanları sevmez”
Allah’ın adaleti “haksızlık yapanların üzerinde” olsun!