Kategoriler
Köşe Yazılarım

İşte Zurna’nın Zort dediği yer

İşte Zurna’nın Zort Dediği Yer

Sizlerden son bir haftada gelen e-posta başlıkları toplayıp,

bir araya getirdim…

Yorum yok!

İlave yok!

Aynen aktarıyorum:

“Döner sermaye adaletsizliği diz boyunu aştı, çok çalışıp az kazanıyoruz…”

“Beceriksiz ve vasıfsız genel sekreterlerin kuklası olduk, yardım edin!”

“Tuvaletleri birleştirdiler, sonra sözde ayırdılar ama halen daha aynı yere yapıyoruz”

“Asistan hekimim hoca baskısına dayanamıyorum.”

“Eşim Muş’ta, ben Van’dayım bir araya gelemiyoruz…”

“Başhekim günde yüzlerce hasta bakmamızı istiyor, hastalara zarar mı veriyorum, tedavi mi ediyorum bilemiyorum.”

“Nöbette duş alabileceğimiz, elimizi yıkayabileceğimiz yer yok.”

“Beni buraya patolog olarak atadılar ne mikroskop alıyorlar ne de laboratuar kuruyorlar…”

“Acil karşısındaki büfeci bile maaşımızla dalga geçer hale geldi, bırakın bu işi hocam diyor…”

“Ben ATT’yim ama ambulans sürmem isteniyor.”

“Hemşireyim artık iş yükünü kaldıramıyorum.”

En bombası ise bir hastadan gelen mesaj:

“Falancı hastanenin genel cerrahi polikliniğine gidiyorum, beden eğitimi hocası hastalara bakıyormuş doğru mu?”

Medyanın yarattığı algıya güzel bir örnek…

Ne oluyor?

Cidden soruyorum ne oluyor, neler oluyor?

Buna daha ne kadar dayanacağız…

Bunu hak ediyor muyuz?

Sağlık çalışanı olmak her şeye susmayı gerektiriyor.

Ne yapmalıyız?

Bir düşünelim!


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Adı da nizamiye olsun

Mecburi hizmetin farklı bir hikayesi bu sefer ki…

Hani derler ya,

Yiyecek ekmeğiniz,

İçecek suyunuz varsa;

Fizan da olsa giderseniz…

O hesap işte.

x x x

Bir şehre taşındık önce;

Ev aradık…

aradık…

aradık…

Bulduk!

Eşyalarımız gelmediği için civarda gezinmeye karar kıldık,

Atladık arabaya, şehrin otuz kilometre uzağında bir yerde bulduk kendimizi!

Kuş uçmaz, kervan geçmez memleketimin,

Ücra köşesinde bir gölet…

Hepsi o kadar, başka bir şey yok yani!

Neyse dedik bindik arabaya,

Bastık gaza…

Bir baktı ki…

El büyüklüğünde yavru bir köpek,

Asfaltta bir sağa bir sola gitmekte…

Anası yok, babası yok..

İnlerin cinlerin oynadığı yerde…

Kendi kendine…

x x x

Yorulmuş, susamış ve aç kalmış bu yenidoğanın,

tek bir derdi vardı: yaşamak!

Eşim pet şişeden avuç içine su koydu,

Bebeğin bir su içişi vardı ki,

gözlerinize inanamazsınız…

Can’dı sonuçta…

Ne yapsak diye düşündük,

Hayvan barınağını aradık,

Getirin bakarız dediler,

ama yüreğimize bu düşünceyi konduramadık!

Arabaya aldık onu,

O küçük gözleri görmeliydiniz…

Kahramanları bizlerdik!

Arabayla giderken,

Bir askeri kışlanın önünde kendimizi bulduk.

Kapıya gittik, elimizdekini gösterdik,

Bakar mısınız dedik?

Şaşırdılar önce…

Bir asker içeriden çıktı ve:

“komutanım ne olur biz alalım”

“Bakarız, eğitiriz ve karavanadan artanla da besleriz,

Hep beraber de eğleniriz”, dedi…

Komutan ilk başta karşı çıksa da, son sözünü söyledi:

“Adı da Nizamiye olsun!”

Küçük köpeğe yuva bulmanın sevinciyle döndük şehir merkezine;

İmkansız yerlere, imkan götüren hekimlere adadım bu satırları…

Belki birileri duyar ve Türkiye’de hekimlere haksızlık yapıldığını anlar diye…

Kur’an-ı Kerim’de Ali-İmran Suresi’nin 140. Ayeti der ki:

“Allah haksızlık yapanları sevmez”

Allah’ın adaleti “haksızlık yapanların üzerinde” olsun!


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Sayın Bakan Diyor ki…

Bir yabancı doktor tartışmasıdır sürüp gidiyor. Tartışma başladığından ve kanun çıktığından bu yana, Türkiye’ye pek gelip giden olmasa da; olayın ele alınış boyutu, endişe verici hal almış durumda…

Diyor ki Sayın Bakan: “Mahkemelerde  biz bu işi tercümanla çözüyoruz, hasta muayenesinde de aynı yöntemi uygulayabiliriz”

x x x

Mevzuya esasından girelim:

Hekimlik kutsal bir meslektir.

Öyle yapılan iş şakaya filan gelmez;

mahkemenin temyizi vardır ama,

tedavinin temyizi yoktur!

Öldün mü ölürsün yani…

Bize hastayla konuşmanın, onu dinlemenin ve bu doğrultuda tanı koymanın “en önemli aşama” olduğu anlatıldı yıllarca.

Araya tercüman falan da sokun denmedi…

Hatta varsa,

hastanın yakınlarını dışarı çıkarın diye söylendi!

Neden mi?

x x x

Kocası tarafından aldatılan “kadın hasta”,

cinsel problemlerini rahatça anlatabilsin,

Çocuğu kendisini döven yaşlı amca,

morlukların sebebini açıklayabilsin,

Milletvekilliği’ne oynayan “üst düzey bürokratın” kanser olduğunu,

siyasi rakipleri bilmesin diye,

olabilir mi mesela?

x x x

Makattan muayene yapılacağı,

Vajina’dan spiral takılacağı zaman,

odada tercüman olmasını ister misiniz?

Ya da bekaretini nişanlısına bağışlayan bir genç kızın,

“n’olur bunu ailem duymasın” sözüne sadık mı kalırsınız?

Kendiniz için istemediğinizi,

Başkası için de istemeyin!

Tıp çocuk oyuncağı değildir!

Bakanlar, başbakanlar gelir geçer;

Hekimlik ve sırları baki kalır.

x x x

Tıp kendine has etiği, deontolojisi ve kuralları olan bir bütündür.

Bu bütünlük bozuldu mu artık yapılan işten hayır gelmez!

Ecnebi doktor gelsin de nasıl gelirse gelsin anlayışı tamamen yanlıştır…

Nasıl ki Amerika Birleşik Devletleri’nde çalışmak için,

anadilim gibi İngilizce bilmem isteniyor ve bazı kriterler ortaya konuyorsa;

önce bir hekim sonra da bu ülkenin bir vatandaşı olarak,

Türkçe’yi anadili gibi bilen ve gerekli kriterleri yerine getiren;

yabancı hekim istemek,

benim de hakkımdır!

x x x

Öyle gelsin,

Hasta bakarken Türkçe öğrensin,

Kervan’ı yolda düzeriz,

Bu işi de hallederiz demeye,

lütfen artık bir son verin!

Kategoriler
Köşe Yazılarım

Zeki Müren doktorlar için söyledi

Emin olun bundan 10 yıl sonra,

Türkiye’nin hastaneleri,

bal dök yala olacak,

Bir hastaya üç hemşire,

Bir doktora üç yüz hasta düşecek,

Hastane girişlerinde valet parking’ler,

Sınırsız fiber internet,

Herşey dahil minibar,

Japon suşi’sinden,

Tavuklu hindistan cevizi çorbası’na kadar,

Herşey olacak oralarda…

Bekleme salonlarında arp çalınacak,

Tüm kapılar otomatik açılacak…

Uykusuz doktor kalmayacak,

Döner sermaye tarih olacak,

Acil servisler ise,

Koyu yeşile boyanacak,

Geleni az,

Gideni çok olacak,

Kedinin ciğere baktığı gibi,

Biz de doktorlara bakacağız…

ve tüm bunları, Zeki Müren de görecek

Hüzünlü bir makamda söyleyecek:

Şimdi uzaklardasın,

Gönül hicranla doldu,

Hiç ayrılamam derken,

Kavuşmak hayal oldu…

ama ben üzüleceğim, neden mi?

Bedavaya gençliğimi verdiğim,

Sağlık sektörü,

Hastalandığımda beni görmeyecek…

İzmir İktisat Kongresi’nde Bakan Çelik Bey der ki:

Kansere fark ücreti,

Diyalize servet,

Obeziteye vergi!

Umarım siz doğru,

Ben yanlış anlamışımdır…

Kategoriler
Köşe Yazılarım

Onlar Gelsin mi Gelmesin mi?

Küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz. Bu bağlamda, hizmetin ve malların serbest dolaşımı, küreselleşmenin en önemli unsurlarından biri. Konuya bu açıdan yaklaşıldığında, yabancı bir hekime “gelme” demek hiç doğru bir yaklaşım değil; ancak olayın başka boyutları da var.

Türkiye’de yeni mezun hekimler mecburi hizmete tabi, ancak yurtdışından gelmesi istenen hekimlerin böyle bir yükümlülüğü yok, bu ciddi bir adaletsizlik! 

Türkiye’den mezun olan hekimler, dünyanın herhangi bir yerinde çalışmak istediklerinde ciddi ve ayrıntılı “mesleki bilgi ve yabancı dil sınavlarına” tabi tutuluyor. Yabancı hekimlere ilişkin bu eleme sistemleri Türkiye’de oturtuldu mu bunu hiçbirimiz bilemiyoruz.

Türkiye’deki tıp ve uzmanlık eğitimi gerçekten de dünya standartlarında. Ancak gelmek isteyen hekimler; bu standartlarda mı, yoksa hekim kamuoyunda söylendiği üzere; Türkiye’nin cazibesine kapılıp gelmek isteyen “üçüncü dünya ülkesi profesyonelleri mi” bu durumu iyi ayırt etmeliyiz.

Hekimlik, hastanın özel alanına giren manevi bir meslek; bu açıdan yeterli Türkçe dilbilgisi olmayan yabancı hekimlerin, “tercümanlar aracılığı” ile – ki bu kişiler hekim değil – sağlık hizmet vermesi; tıp deontolojisi açısından hiç etik değil. Bu açıdan Sayın Sağlık Bakanı’nın “tercüman desteği ile sağlık hizmeti sunumu” açıklamasına katılmıyorum. Sağlık serbest bölgelerini ise bu kapsam dışında tutuyorum.

Yabancı hekimlerin sadece özel sektörde istihdam edilmek istenmesi, yerli hekimlerin özel çalışmayı istemeleri durumunda ciddi bir fırsat eşitsizliği oluşturuyor. En büyük hekim açığının devlette olduğunu düşünürsek; yabancı hekimlerin ilk planda devlet bünyesinde çalıştırılması gerektiği sonucuna ulaşabiliriz. 

Bu kapsamda 657 sayılı devlet memurları kanunun yabancı uyrukluları çalıştırmayı yasaklamasına ilişkin maddelerde düzenleme yapılması gerektiğini düşünüyorum. Madem kapılarımızı açtık, onları devlet memuru yapmaktan neden korkuyoruz? 

Türkiye’de sağlık ortamında hemen hemen her gün yeni bir adım atılıyor, ancak bir Allah’ın kulu da gelip sormuyor ki siz ne düşünüyorsunuz? İstişare Türk devlet yönetiminin temel esaslarından biridir; Sağlık Bakanlığı sağlık çalışanları ve hekimlerle yeterli istişare yapmadığı ya da yapmak istemediği için pek çok fırsatı sağlık çalışanları aleyhine ne yazık ki yitirmektedir.