Kategoriler
Köşe Yazılarım

Mecburi Hizmet Değişiyor

Yaklaşık sekiz ay önce yazdığım köşe yazısında mecburi hizmet’in 50. dönemden sonra farklı uygulamalarla gözden geçirilebileceğini ve bazı “mantıklı” adımlar atılabileceğini sizlerle paylaşmıştım.

Mecburi Hizmet’in sona ereceğini düşünmek halihazırda hayal olsa da; önümüzdeki dönemde atılacak bazı adımlar, kısmi rahatlama sağlayacak.

Ayrıca bazı uzmanlık dallarına yüksek ihtimalle mecburi hizmet kaldırılacak.

Bunlardan bir tanesi “uzaktan eğitimli” aile hekimi uzmanlığı olacak.

Mecburi hizmetten muaf tutulacağını düşündüğüm bir diğeri uzmanlık dalı ise, acil tıp uzmanlığı olacak. Süreç içerisinde yüksek oranda açık bulunan uzmanlıklara yönelik “mecburi hizmetin düzenlenmesi” kulislerde konuşulan konulardan.

Temel hedef ise 2023 yılında mecburi hizmeti tamamen kaldırmak.

Tabi o zaman da “işsiz doktorlar” riskiyle karşı karşıya kalacağız.

Altıncı bölgede mecburi hizmet yapanların tekrar aynı bölgede mecburi hizmet yapmayacak olması konunun kamuoyuna yansıyan kısmı.

Kamuoyuna yansımayan kısmı ise, kademeli olarak üçüncü bölge illere doğru “hekimleri ve ailelerini rahatlatıcı atama’ların” yapılmasının planlandığı.

Özellikle iç hastalıkları, pediatri vb. yan dal eğitimi olan bölümlerdeki hekimlerin sıkça karşılaştığı tekrarlayan mecburi hizmete ilişkin şu an yeni bir düzenleme yapılması düşünülmese de; Sağlık Bakanlığı’nın sahadaki hekimlerden bu konuda geri bildirim almaya başlaması hem şaşırtıcı hem de olumlu bir gelişme.

Konuyla ilgili sekiz ay önce yazdığım yazıdan bir kesitle konuyu “şimdilik” noktalamak istiyorum:

Ülkemiz, olağanüstü günler yaşıyor. Bu günleri tarih nasıl anacak, inanın kimse bilmiyor. Bilmesi de mümkün değil zaten.  Önümüzdeki süreçte ise, en ciddi tartışma konularından biri “yeni anayasa” olacak. Yeni bir anayasaya, ihtiyaç var-yok, gerekli-gereksiz; şu an benim tartışma konum değil ama bu çerçevede merak ettiğim birkaç husus var. Bunları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ülkemiz sağlık eğitim kurumlarından mezun her hekim devlet hizmet yükümlüsü, diğer bir deyişle mecburi hizmet tutsağı. Bu tutsaklığın en dramatik yanı, hekimlerin bu tutukluluğa sebep olacak hiçbir suç işlememiş olmaları. Parçalanan aileler, büyük şehirlerde kalmak için yapılan istenmeyen evlilikler ve anasız babasız büyüyen bebelerin tüm sorumlusu bu kanun.

Biz bunları söylediğimizde şöyle tepkiler alıyoruz; asker de, polis de, hakim de mecburi hizmet yapıyor. İyi de kardeşim; itirazım var!

Ben asker ve polis gibi okurken sigortalı değildim, öğrenci maaşı hiç maaş almadım! Şifa dağıtma yolunda ilerlerken, sağlık güvencem bile olmadı, tıp kitaplarıma ise kimse beş beş para saymadı!

Gelelim hakim ve savcılara. Hukuk fakültesi mezunu olup, diploması olmayan hukukçu bilmiyorum. Diplomalı hukukçulardan; hakim ya da savcı olmak isteyenler, altını çiziyorum “olmak isteyenler” mecburi hizmete tabiler. Yani isteyenler! Ancak durum biz de farklı! Biz herhangi  bir seçenek sunulmadan direk mecburi hizmete tabiyiz. Biz devlet memuru olmak istedik mi? Belki manav açacağım ya da devlette çalışmak istemiyorum? Olamaz mı? Ben devlet memuru olmayı seçmedim ki! Zorla devlet memuru yapıldım. O zaman ortada bir hukuksuzluk yok mu?

x x x

Kısacası mecburi hizmet yükümlüleri seçmedikleri bir yola sokuldular. Hayatları, aileleri ve de gelecekleri ipotek altına alındı. Bu durum hukuksuzdur. Neden?

Mevcut anayasamızdan ilerleyelim;

Madde 48 der ki “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir”

Ben bir hekim olarak dilediğim alanda çalışamıyor ve yapmadığım sözleşmeye tabi tutuluyorum. Özel teşebbüs hakkım ise kısıtlanıyor.

Madde 41 der ki “Aile Türk toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ve uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.”

Peki, istemediğiniz bir mecburi hizmet uğruna aileleri darmaduman edilenlere ne demeli? Bunun neresi demokrasi, adalet ya da hukuk?

Ülkenin bir kısmında doktor açığı olabilir. Kabul ediyorum. Ama bunun yolu, bu insanların boynuna tasma takıp, koyun gibi istediğiniz yere sürmekten geçmemektedir. Gidin Avustralya’yı ya da Kanada’yı inceleyin. Oturmayın Ankara’da. Eğer serbest piyasa ekonomisinden bahsediyorsak, imkansız yerlere imkan götürenlere karşılığını verin.

Yeni Anayasa daha fazla demokrasi, daha fazla hürriyet başlığıyla gündeme gelecek. Peki, herkese hürriyet saçacak anayasadan, genç hekimlerin hesabına ne yansıyacak? Bu bağlamda soruyorum:

Devlet nedir? Devlet bir toplum sözleşmesidir. Devlet neden kurulur? Devlet, bireylerin ortak çıkarlarını korumak, adaleti sağlamak ve o toprağın üzerindekileri kucaklamak için kurulur. Devlet birini kucaklar, diğerini dışlarsa ne olur?

Biri yer biri bakar kıyamet oradan kopar!

Bugün Türkiye’de genç hekimler, devletle olan toplumsal sözleşmeyi fes etmek için akıl oyunları içindeyse, bunun bir sebebi var.

Eğer biz de, bu sözleşmenin bir tarafı isek, hakkımız olan adaleti istiyoruz!


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Bu hak artık verilmelidir

Geçen sene bu hakkı kaçırdık, önümüzdeki hafta Meclis açılıyor ve lütfen bu sefer bu hakkı kaçırmayalım!

Neyi mi kaçırdık?

İşte bunu kaçırdık:

Hemen hemen her gün,

ne kadar çok çalıştığımızdan ve inanılmaz yorulduğumuzdan bahsediyoruz.

Uykusuz geçen geceler ve bitmek bilmeyen mesai,

hepimizin ağzında!

Bu durum öylesine bir hal aldı ki,

Acıyı dile getirmekten haz alır olduk!

Adeta bununla “gurur” duyuyoruz.

Unutulmaması gereken acı gerçek ise;

her geçen an, yaşlandığımız.

ve emekliliğe, yaklaştığımız…

x x x

Peki, neyi kaçırdık biliyor musunuz?

#yıpranmapayını kaçırdık!

Hem de öyle bir kaçırdık ki!

Geçtiğimiz hafta bir “gece yarısı operasyonu” sonucunda,

Gazetecilere ve Milletvekillerine “yıpranma payı” hakkı tanındı.

Artık onlar, herkesten önce emekli olabilecek!

x x x

Peki, bu hak, sağlıkçılara da tanınsaydı,

fena mı olurdu?

Bu ülkede gece gündüz çalışan,

Ailesinden, çocuğundan ve sevdiklerinden uzak kalan,

Normal bir memurun kırk saatlik mesaisini,

İki günde tamamlayan,

doktorun, hemşirenin, sağlık memurunun, ATT’nin

hakkı değil midir yıpranma payı?

Durun ve düşünün bir kere,

Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim edin,

Sağlıkçılara da böyle bir hak, çok geçmeden verin.

Son söz:

#yıpranmapayı sağlıkçıların hakkıdır!

#yıpranmapayı senin hakkındır!

Kategoriler
Köşe Yazılarım

Bu sefer doğumgünümü kutlayanlara yazdım

2. Yaş Günümden Bir Fotoğraf

Babam Suphi NİFLİOĞLU’ndan 🙂

Ben Mehmet Özgür NİFLİOĞLU,

Türkiye’nin Türkiye tarafından yönetilmediği dönemde Türkiye’de doğdum.

Atalarım bugünlere Altay dağlarını aşarak, Ege Denizini geçerek, Çanakkale’de çarpışarak geldi.

Bizler ne onlar çok diye korktuk,

ne de biz azız diye çekindik!

İnandık, aldatıldık ve belki de zaman zaman kandırıldık, ama hiçbir zaman için pes etmedik!

Güzel Türkiye’mde,

bey olmaya yaraşır erkekler kul,

hanım olmaya yaraşır kızlar köle edildi.

Bin yıl önce doğuda gündoğusuna, güneyde gün ortasına, geride gün batısına,

kuzeyde gece ortasına kadar ilerledik ama içimizdeki fitne ve fesadı hiçbir zaman yenemedik.

Kardeş olamadık, barış edemedik.

Biz bunları çözemedikçe,

milletin karnını doyuramadıkça,

bu vatanı cennete çeviremedikçe ve akan kanı durduramadıkça

ben doğmuşum ne yazar!

Gök çökmedikçe, yer delinmedikçe asla vazgeçmeyeceğiz.

Sizlerin desteği ile ilahi adaleti ve hakkı bu diyarlarda tesis edene kadar koşmaya devam edeceğiz.

Artık yaşadığımız zulme, acıya ve kedere son verme zamanıdır!

Hareket vakti yakındır.

Refah içinde yaşamak, bu toprağın insanın da hakkıdır.

Gelin bu işi hep beraber başaralım…

Allah, yar ve yardımcımız olsun.

Uz.Dr.Mehmet Özgür NİFLİOĞLU

 

Neşet Ertaş’dan tekrar dinlemenizi tavsiye ederim:

 

Kategoriler
Köşe Yazılarım

Onların kıymetini bilin

Sen uyurken derin uykunda,

Onlar seni bekliyor olacak!

Kalbi krize giren dedeni,

Trafik kazası geçiren yeğenini,

Doğurmak üzere olan kardeşini,

Ruhu daralan anneni,

İlk onlar karşılayacak!

112,

dedenin yanına,

senden önce varacak!

Yenidoğan bebeğin ilk defa,

Kadın doğumcunun eline konacak,

Dört bin kasap elini kesecek,

Binlerce cerrah ustalıkla dikecek…

Hemşireler anne babasından önce,

ilk senin elini öpecek,

Bayram hasretini

ve memleket özlemini,

seninle giderecek.

ve belki de Paramediklerin verdiği nefesle,

Dünyayı bir daha göreceksin…

Mecburideki on binlerce hekim,

Acillerde seni bekleyecek…

Söyledim ya;

Sen uyuyacaksın,

Onlar uyumayacak…

Bu akşam bir daha düşün,

Yaşaman için,

“Yaşamından” katan,

Başka kim var dünyada?


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Diyelim ki 100 milyon dolarınız var?

Diyelim ki, 100 milyon dolarınız var ve bir hastane satın almak istiyorsunuz. Araştırmalarınız sonucunda bütçenize uygun bir hastane buldunuz. Tesadüf bu ya, satın almak istediğiniz hastane, şu an çalıştığınız hastane! Tabi ki de amacınız kar etmek ve akılcı bir üst yönetimle işi götürmek.

Patron artık sizsiniz!

Şimdi kritik soruya gelelim:

“Mevcut hastane yönetimi ile bu işe devam eder misiniz?”

Çoğunuzun bir patron olarak; çeşitli sebepler öne sürüp, mevcut yönetimle devam etmeyeceğinizi tahmin edebiliyorum. 

Şimdi size bir gerçeği hatırlatmak istiyorum:

“Esasında patron sizsiniz çünkü hizmeti üreten sizsiniz!”

Ancak, bu ne sizin tarafınızdan, ne de idare tarafından çok iyi anlaşılmıyor. Anlaşılmadığı için de sorunlar bitmek bilmiyor.

İş idaresinden “bir haber” yöneticiler “idare-i maslahattan*” öte bir şey yapmıyor ve genellikle taş üstüne taş koyma gayreti göstermiyor. Hal böyle olunca da, sağlık çalışanlarında memnuniyetsizlik tavan yapıyor.

Unutmadan ekleyim: İdare-i maslahat; Osmanlı Devleti’nin son döneminde egemen olan ve “idarecinin günü geçiştirmesi” olarak ifade edilen yönetimsel bir terimdir. Anlaşılacağı üzere de, Osmanlı’yı çöküşe sürüklemiştir.

Bu satırları kuru eleştiri olsun diye değil, bir şey önermek için yazıyorum:

Gelin yönetimde profesyonelleşelim. Profesyonelleşmek iyidir, kalite artar; ücretler dengelenir, sapla saman birbirinden ayrılır, yan gelip yatanlar gönderilir, tutulacak nöbet, dinlenilecek saat bilinir…

Kısacası kurallar bellidir.

Şimdi ki kuralsız gidişat asla profesyonelleşme değildir!

Profesyonelleşme deyince hemen bazıları çıkıp “benim hastane yöneticiliği” sertifikam var diyor. Ancak burada ifade ettiğim haftada iki saat alınan eğitim sonrası; toplu sünnet töreni misali dağıtılan sertifikalar değil. Kimse kimseyi kandırmasın. Her işin bir profesyoneli var ve inanın dünyanın hiçbir yerindeki sağlık çalışanları; hastanelerini kimin idare ettiğini ne biliyor ne de önemsiyor. Çünkü işin rutini bunu gerektiriyor.

Dünya standardı varsa, kalite de var.

Dip not: Eğer varsa, yüz milyon dolarınızı başka sektörde değerlendirin.