Kategoriler
Köşe Yazılarım

Türkiye’de sağlık sistemi ne zaman adam olur?

Aslında bu yazıya attığım başlık, sağlık alanında dünden bugüne yaşanan teknolojik gelişmelere haksızlık gibi görünebilir; ancak gerçek hiç de öyle değil. Her konuda olduğu gibi, gurur duyduğumuz toplumsal karmaşamız, bu alana da yansımış durumda.

Dahiliye polikliniği yapan ve her gün çok sayıda hasta muayene eden bir hekimim. Her gün her kültürden, dilden ve dinden insanlarla karşı karşıya geliyorum.  Cahili de, okumuşu da doktora geliyor doğal olarak.

Kategoriler
Köşe Yazılarım

Hekim maaşları azalacak mı?

Söze bir sözle başlayalım…

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet-i cihanda bir nefes sıhhat gibi”

Dünyanın sultanı bile olsanız, sağlık olmayınca hiçbir anlamı olmuyor. Yaklaşık beş yüz yıl önce Kanuni Sultan Süleyman tarafından kaleme alınan bu satırlar; bu durumun en “özlü” kanıtı.

Ancak modern dünyada, artık sağlığın da bir bedeli var.

Diğer bir deyişle, yaşayan her insan, her devlet için bir maliyet; ve dünya devletleri artık bu maliyetin altından kalkamıyor. Kısacası gelir gideri karşılamıyor.

ABD’de zenginler, fakirlerin sağlığı bizim “sorunumuz” değil diyor. Avrupa’da pek çok ülke sağlık harcamalarında kısıntıya gidiyor.

Bir yandan iyi gelire sahip olup daha fazla sağlık hizmeti isteyenler, diğer tarafta parası olmayıp “sadece yaşamak” için sağlık isteyenler.

Ortada ciddi bir tezat ve ciddi bir “etikonomik” tartışma var.

Bu “etikonomik” tartışma, Türkiye’de yeni yeni başlıyor ve ilerleyen dönemde daha da çok tartışılacağa benziyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı doktorlara seslenmeye başladı bile.

Sağlık Bakanlığı ile Sosyal Güvenlik Kurumu’nu, önümüzdeki dönemde daha da fazla “karşı karşıya” göreceğiz gibi duruyor.  

Performans sisteminin masrafa yol açtığı konusunda üst düzey yetkililerin yaptığı açıklamalar ise, zamanlaması açısından oldukça manidar.

Akla gelen soru ise şu:

“Parayı yöneten mi sağlık politikasını oluşturmalı, sağlık politikasını oluşturan mı parayı yönetmeli?”

Biz hekimlerin ise esas merak ettiği soru şu:

Bu masraflar hekim gelirlerinde kesintiye yol açacak mı, açmayacak mı?

ABD’de hekim maaşlarında kesintilerin “azar azar” başladığını göz önüne alırsak; bu ihtimal ekonomik gerçekler çerçevesinde çok da uzak olmasa gerek.

QR_CODE_YOUTUBE_634846869364761415-1


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Neden bu iş çözülmüyor?

Herhalde, karı kocayı ayırmaktan bu kadar zevk alan başka bir Bakanlık yoktur dünyada.

Uzun zamandır düşünüyorum, neden bu böyledir diye!

Öyle acayip bir devletimiz var ki;

180 güne takmış durumda!

Eş durumu diye milletin anasını ağlatan, “Haydar Dümen” rolüne soyunup evlilik terapisi yapmaya çalışan güzide Sağlık Bakanlığı bürokratlarının “işi”, bu durum.

Eşleri ayırıp, hasreti arttırmayı amaçlıyor özünde.

Neymiş efendim; kocan asistan ise ve asistanlığının bitmesine 6 aydan az kaldıysa önce seni atarız, sonra bakarız; seni onun yanına atayabilir miyiz diye; olmazsa atayamazsak seni de atarız başka yere; sonra kısmet olursa; ya seni ona, ya da onu senin yanına atarız, tabi olabilirse!

Yukarıdaki cümle kadar “aptalca” bir durum olamaz ama var!

Adı da eş durumu!

Eş durumu için gebe kalan mı dersiniz; çömez asistanlarla evlenen uzmanlar mı dersiniz, darmadağın olan aileler mi dersiniz…

Hepsi var!

Ve hepsi sizin eseriniz.

Kısacası, bu kanunu çıkaran, yürürlüğe koyan, çağdışı zihniyetlerin eseri.

Atayın karı – kocayı aynı anda aynı yere; çok mu zor?

Bir bilgisayar programına bakar her şey!

Bu kadar zorbalığa yeter artık!

Biz dağa çıkmadık, asker vurmadık;

Bu ülkenin bayrağının dalgalandığı her yerde “hizmet” ettik, şifa dağıttık;

Ama esas zulmü bizler gördük.

Bu mudur karşılığı?

Yeter artık!

Ayrıca;

Bu şartlarda üç çocuk da beklemeyin;

Bu da böyle biline!


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Neden mi?

Neden biz böyleyiz?

Gerçekten anlamak mümkün değil!

Sağımız solumuz, her şeyi bilenlerle dolu!

Kendi alanında her şeyi bilenler değil mevzu bahis…

Onlar zaten “haddini” biliyor.

Kategoriler
Köşe Yazılarım

Bugün nedir bilir misin?

O sesi duydunuz mu?

Durun ve dinleyin,

duyabiliyor musunuz?

Dile kolay,

90 yıl önce, 9 Eylül sabahı duyuldu o ses.

Bağımsızlığın ve kurtuluşun sesi!

Bir milletin yok olurken, yeniden var olabilmesi,

işte o gün mümkün oldu.

x x x