Kategoriler
Köşe Yazılarım

Dünyanın en zengin insanı kimdir?

Dünyanın en zengin insanı kimdir?

Son model ateş kırmızısı arabasının gıcır gıcır kapısını yavaşça açtı. Önce sağ sonra da sol ayağını dikkatlice dışarı çıkardı. Arka koltuğa doğru uzanarak koltuk değneklerini aldı. Değneklere temas etmekten yıpranan markalı gömleğini düzeltti ve tek bir hamleyle güçlü kolları üzerinde sürüne sürüne yürümeye başladı.

Ne paradır ne puldur zenginlik aslında…

Sağlıktır asıl zenginlik esasında…

Benim gördüğüm en zengin insan bir dağ köyünde yaşıyordu…

İstanbul’un yağmurlu sabahında nereden aklına geldi derseniz;

Buyurun anlatayım:

Yaşı seksene ulaşmış ak saçlı teyze yüzüne yerleşmiş bir tebessümle içeri girdi. Muayene masasının yanındaki eskimiş yeşil sandalyenin üzerine bir anda oturdu…

Oturmasıyla konuşmaya başlaması bir oldu…

Oğlum sen anlat baka’m ne’m var,

Hiç saklamadan her şeyi sö’le,

Ben çok zenginim merak etme…

Teyzeye baksanız yamalı entarisi,

Ayakkabısının yıpranmış köselesi,

Boynuna astığı kekik kesesi ile

Tam bir Ege mucizesi…

Yüreği zengin,

Gönlü mesut teyze,

Beklemeden sayıverdi zenginliğini,

Bak bizim oğlan,

Benim bahçede incir vaa’, mis gibi üzüm vaa’, bahçede domates vaa’, biber vaa’, tavuklarım, yumurtalarım vaa… Benim evde her şey vaa’, kimseye ihtiyacım yok çok şükür…

Öyle bir zenginlikti ki saydığı,

Akla hayale gelebilecek bir şey değildi…

Zenginliği bankada bol sıfırlı hesap sananlara selam olsun der gibiydi;

Esas zenginlik aslında kendi kendine yetebilmekti…

Yaşadığın evde elektriğin yok deseniz,

Olsun güneş vaa diyecek türden de mutlu olabilmekti…

Sabah kuş sesleriyle kekik kokulu mis gibi dağ havasına uyanmak,

Güneş batınca yatmak,

Ve taptaze meyvelerden acıkınca koparmak…

Peki, sen ne yapıyorsun sayın şehirli?

Bakmayın obezite ile uğraştığımıza,

Hastaları başarıyla zayıflattığımıza,

Dünyanın yeni gündemi gıda,

Yarın dünyadaki sağlıklı besin üretimi yetersiz kaldığında,

Ne o koruyucu kapak taktığın akıllı telefonların,

Ne de o son model arabaların para edecek,

Ve o gün gerçekten de dünyanın en zengin insanı;

O dağ köyündeki ak saçlı teyze oluverecek.

Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır. Mevlana Celaleddin-i Rumi

ozgur-istanbul-dahiliye-uzmani-nonoptimize

Uzm. Dr. Özgür NİFLİOĞLU

www.instagram.com/ozgurniflioglu

OBEZİTE – DİYABET – SAĞLIKLI YAŞAM

Kategoriler
Köşe Yazılarım

İzmir’in bilinmeyen kurtuluş hikayesi…

İzmir’in bilinmeyen kurtuluş hikayesi

Toz…

Sadece toz…

On dört gündür gece gündüz yollardaydı. Otomobilin gittiği istikamette batan güneş, mavi gözlerini kamaştırdı. Cebinden camları kömür karası gözlüğünü çıkardı. Üstüne yapışan mübarek vatan toprağının yorgun tozlarını beyaz gömleğiyle temizledi.

“Şu kasabaya sür çocuk” dedi.

Şoförüyle Turgutlu’yu şöyle bir turlayıp Armutlu’ya doğru yola koyuldu. Köyden dumanlar yükseliyordu. Güvenli bir sokakta otomobilden indi. Yanan ahşap evlerin çatırtısı ağustos böceklerinin sesleriyle karışmıştı. Tebdili kıyafet içindeydi…

Karşıdan yetmiş seksen yaşlarında kırık bastonuyla seke seke ilerleyen bir amca yaklaştı. Bir otomobile bir kara gözlüklü adama baktı. Sonra koynundan bir fotoğraf çıkardı. Bir fotoğrafa bir adama baktı. Adam o sırada gözlüğünü hafifçe alnına doğru kaldırınca olanlar oldu!

Yaşlı amcanın eli ayağına dolaştı. Rengi beyaza çaldı. O an yetmişlik dededen çıkan yirmilik ses tüm köyü inletti.

“Sensin O, sensin! Kemalimiz geldi’”

Tüm köy ahalisi koşa koşa Mustafa Kemal’in yanında bitti…

Kimi elini, kimi ayağını, kimi otomobilinin tekerleğini öptü.

Savaş olanca hızıyla sürmekteydi.

Zafer mutlaktı ama netice nihai değildi.

Tekrar otomobile bindiler;

“Şu tepeye sür çocuk” dedi.

9 Eylül 1922 öğle vaktiydi.

Önce Fahrettin Paşa’nın İzmir’e girdiği haberi geldi, sonrasında da Alsancak, Karşıyaka ve Bornova’da yer yer çatışmaların devam ettiği haberi…

Tekrar arabaya bindiler. Akşamüzeri Nif’e geldiler. Nif, Mustafa Kemal için baba ocağıydı. Çünkü Nifliler de babası Ali Rıza Bey gibi Makedonya Manastırlıydı. Beyaz eşarplı Nif kadınları Mustafa Kemal’in ayağına kapandı. Hüngür hüngür ağlıyorlardı. Kurak Anadolu toprağı balkan göçmeni bu kadınların gurur dolu gözyaşlarıyla sulanıyordu.

Beyleri dağdaydı, efeydi, düşman peşindeydi…

“Buradan İzmir’i görmenin imkânı var mıdır?” diye sordu…

Dağdaki efelere haber uçuruldu; onların mahiyetinde akşamüzeri Belkahve’ye intikal olundu. Deniz’i gördükleri anda Yaveri Salih Bozok gözlerinden yaşlar süzüle süzüle:

“Deniz! Deniz!” diye haykırmaya başladı…

Başarmışlardı…

İzmir'in bilinmeyen kurtuluş hikayesi...
İzmir’in bilinmeyen kurtuluş hikayesi…

Tepedeki incir ağacının altına arabayı çektiler…

Güneş batmakta, ufuk çizgisi kırmızıya boyanmaktaydı.

Mustafa Kemal önce yanan İzmir’e sonra Kadifekale’ye henüz çekilen al bayrağa uzun uzun baktı…

Hiç konuşmadı… Sağır edici sessizliği şu sözler bozdu:

“Bilir misin çocuk dedi. 1905 yılının Şubat ayıydı. Ali ve Müfit ile beraber bizi Şam’a sürmüşlerdi. İstanbul’dan kalkan Nemse vapuruna binip Beyrut’a gitmek üzere yola çıkmıştık. Vapur yolcu almak üzere Punto’da (Alsancak – İzmir) mola verdi. Biz de vapurdan inip bir atlı araba tuttuk. İzmir’i ilk görüşüm o senedir. Arabayla şöyle sahil boyunca dolaştık. Hatta bir ara Pasaportta bir lokantaya oturmaya niyet ettik ancak vapuru kaçırırız diye cesaret edemedik. O zaman güzel İzmir’in en güzel yerleri hep yabancıların elindeydi. Ne mutluyum ki İzmir’i yeniden Türk kılmak bana nasip oldu. Kız kardeşi Selanik’i kaybettik ama İzmir bizim oldu.”

O sırada ağaçlıklar arasından bir atlı arabanın İzmir yönünden gelmekte olduğunu gördüler. Arabacı bağıra bağıra şarkı söylemekteydi. Yaveri Salih’e işaret etti “seslen bakalım nereden geliyor nereye gidiyormuş öğrenelim” dedi.

Yaver Salih gür bir sesle arabacıya seslendi:

– Nereden geliyorsun?

– İzmir’den, dedi arabacı.

– İzmir’de ne var ne yok?

– Askerlerimiz Kordon’da geziyor!

– Doğru mu söylüyorsun?

– Nah, işte İzmir, gidin de bakın bana ne soruyonuz diye Körfez’i işaret etti ve yoluna koyuldu.

Tekrar arabaya bindiler. Körfezde hala daha itilaf devletlerinin gemileri vardı. İzmir için tehlike henüz tam geçmemişti. Bunun üzerine komuta kademesi İzmir’in hemen dibindeki Nif’te geceyi geçirmeye karar verdi.

Yıllar süren savaş, acı ve keder bir köy evinde son buluyordu. O gece sabaha kadar balkan türküleri söylendi. Gözyaşları ve gurur birbirine karışmıştı.

Geceyi Nif’te geçiren Mustafa Kemal ertesi sabah Salih Bozok’a, şu unutulmaz sözünü söyledi:

“Bütün hayatımda sevinçle geçirdiğim bir gece vardır. O gece; ordumuzun İzmir’e girdiği günün Nif’te geçirdiğim gecesidir.”

Ve İzmir Fatihi Gazi Mustafa Kemal bilinenin aksine;

9 Eylül’de değil,

10 Eylül’de İzmir’e girdi.

O gün İzmir beyaz bir gelin gibiydi;

Al bayraklarla süslenen…

Çiçeklerle bezenen…

İzmir’in kurtuluşu kutlu olsun!

 

Uzm. Dr. Özgür NİFLİOĞLU

İç Hastalıkları ve Fitoterapi Uzmanı

Obezite – Diyabet

Kategoriler
Köşe Yazılarım

Dürüst insanlar hala var!

Dürüst insanlar hala var!

Beni tanıyanlar bilir, hastalarımla iletişimde olmayı severim.

Çünkü gerçek tedavi iletişimdedir.

Önemli olan dünyanın en iyi ilacını yazmak değil, derdi olanın derdini paylaşmaktır.

Bu sebeple gelen hastalarıma gerektiğinde sosyal medyadan bana ulaşmaları için detaylı iletişim bilgilerimi içeren kartımı verir, yanlarında taşımalarını tembih ederim.

Bu satırları Japonya’daki pilot hastamın diyabeti, Azerbaycan’daki obezite hastamın verdiği kiloları paylaşmak için değil; daha insani daha güzel bir olayı yazmak için açtım…

Az önce Fatih Belediyesi’nde görev yapan dürüst bir pazaryeri zabıtasından telefon aldım.

Telefondaki zabıta memuru:

“Hocam bir cüzdan bulduk, ancak teyzenin kendisine ulaşamadık. Fakat cüzdandaki kartınızdan size ulaştık, bu teyzeye nasıl ulaşabiliriz bize yardımcı olabilir misiniz?” diye sordu.

Ben de teyzenin adını soyadını hasta listemle karşılaştırıp teyzeye ulaşmaya vesile oldum.

Mutluyum çünkü belki de bir teyzenin emekli maaşını ya da torununa vereceği bayram harçlığına sahip çıkmaya vesile oldum.

Ama esas mutluluğum bununla sınırla değil…

Mutluyum,

Türkiye’de hala İstanbul Fatih Belediyesi’nde çalışan dürüst zabıta memurları gibi insanlar olduğu için,

Mutluyum,

İletişimin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kendime kanıtladığım için!

Korkmayın bu ülkeye hiçbir şey olmaz…

Çünkü dürüst insanlar hala var!

Dürüst insanlar hala var!Uzm. Dr. Özgür NİFLİOĞLU

Obezite Atölyesi Kurucusu

Kategoriler
Köşe Yazılarım

Böyledir bizim bayramlar…

Akşam, Ankara’ya henüz çökmüştü.

Güzel bir hafta sonu geçirmiş; en sevdiği yemeği yapmak için kolları sıvamış, beyaz tabakları teker teker kırmızı masa örtüsünün üzerine yerleştirmişti. 

İyi bir cerrah olduğu kadar, başarılı da bir aşçıydı…

Nostaljik plak hastasıydı…

Kategoriler
Köşe Yazılarım

Anneme…

 Bugün annemin doğumgünü…

Yavaş yavaş açıyorum takvim yapraklarını… Neredeyse elli yıllık bir hadise… Varlığımı varlığına borçlu olduğum bir kadın. Saçını süpürge eden bir anne. Yemeyip yediren, içmeyip içiren doğa mucizesi…

Anne…

Doğumumu hiç hatırlamıyorum ama milyon kere dinledim ağzından. Duvarlardaki fayanslardan, soldaki pencereye, doğumu yaptıran doktorlardan, o an okunan ezana kadar herşey aklımda…