Kategoriler
Köşe Yazılarım

Bunu hak etmiyor muyuz?

Balçova’da, Agora alışveriş merkezinin önünde, yerin 43 metre altında yer alan metro istasyonuna iniyorum.

Çiğli Uluslar arası Havalimanı EXPO 2020 kapsamında kullanıma açılacak, bu etkinliğe katılmak için tüm İzmirliler gibi oradayım.

Denizin altından geçen metro hattı sayesinde Balçova – Çiğli arası sadece 15 dakika. İzmir’de şu an aktif 8 adet metro hattı mevcut ve birçoğu Konak’da birleşiyor.

Körfez içerisinde her semtin önünde bir vapur iskelesi var. Denizin tadını, martıların sesini ve yeniden temiz körfeze gelen yunusları görmek isterseniz bu yolu da seçebilirsiniz.

İzmir’li gençler artık iş bulmak için başka şehirlere göç etmiyorlar, işsizlik İzmir’de çok azalmış durumda. Son dönemde İzmir’in konut sorunu da çözüldü, ev kiraları da eskisi kadar pahalı değil.

Canınız sıkıldığında Çeşme’ye gitmek ise artık hiç sorun değil;

Narlıdere Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi önündeki metro istasyonunda inin, yer altından Otoyol ortasındaki hızlı tren istasyonuna yürüyün. 25 dakika’da Ilıca plajına varıyorsunuz.

Ne güzel olurdu öyle değil mi ?

Bir an gördüğüm rüyadan uyanıyorum…

Delik deşik yollar yüzünden arabamın alt takımı yılda en az iki kere değişiyor, metro çalışmalarının yapıldığı yerlerde esnaf batmış durumda, sahil yolunda trafik her sabah kilitleniyor, denizi ulaşım için kullanmıyoruz, Türkiye’nin en az yeşil şehrinde yaşıyoruz, ağaç dikmiyoruz, toz, toprak ve biriken sular…

Burası İzmir, yani Türkiye’nin en batı ve en medeni şehri? Neden bu hale geldik. Üzülüyorum, susuyorum ve şunu iyi biliyorum;

İzmirliler daha iyisini hak ediyor (!)


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Uçmayan kalmadı (!) Park eden olmadı (!)

Eskiden vatandaş, sadece sinemada uçardı. 1974 yapım “Hostes”  filmi bu durumun en güzel kanıtı. Perihan Savaş’ın hostes, Aytaç Arman’ın kule görevlisi olduğu filmde;  vatandaşı gerçekten uçurmuşlar, mutlaka izleyin (!).

Merak edenler, internette beş dakikasını izlese yeter.

O kadar mühim bir şeydi yani uçmak. Çocukken ne zaman uçak geçse, balkona koşup gökyüzüne bakardım, merak ederdim uçmak nasıl birşeydir diye. Babaannem inatla uçağa “tayyare” derdi. Ben de inatla “ona uçak deniyor babaanne, uçak”, derdim. Halen daha o koca kütlenin nasıl uçtuğunu anlamıyorum doğrusu. Eminim ki, babaannem hiç anlamıyordu (!).

Şimdilerde ise uçaklar, otobüslerle yarışır hale geldi. Yeterince önceden (!) biletinizi alabilirseniz, otobüsten ucuza uçabilirsiniz. Bu çok güzel bir gelişme. Bu anlamda Ulaştırma Bakanlığı’nı gerçekten kutluyorum.

Ancak otobüsten ucuza bilet aldım diye sevinirken, havalimanı otoparkına uçaktan çok para vermek insana dokunuyor doğrusu. Bu işe bir çözüm bulunamaz mı, gerçekten merak ediyorum.

Bir diğer merak ettiğim konu ise, İzmir Adnan Menderes Havalimanı’nda, her uçak iniş kalkışı sırasında yaşanan trafik karmaşası.

Bilmeyenler için hatırlatayım; İzmir Adnan Menderes Havalimanı iç hatlar kısmı, TAV’ın kazandığı ihale sonrası yenileniyor. Bu yüzden iç hat uçuşları, dış hatlar terminalinden gerçekleşiyor. Kısacası birazdan bahsedeceğim sorun “inşaat sebebiyle”, havalimanı içerisinden, havalimanı dışarısına kaymış durumda.

Sorun nedir anlatayım:

Bilindiği, bilinmediği ya da bilinmeden bir kez denendiği üzere (!) Havalimanı otoparkına 5 dakikalığına bile girmek – çıkmak büyük para.

Hal böyle olunca vatandaş; doğal olarak otoparka girmiyor, yolun sağında – solunda bekleme yapıyor. Uzun kuyruklar oluşuyor. Bu kuyrukları trafik polisinin “yolu açmak uğruna” gelmesi izliyor. Sonra da memur bey alıyor eline dijital makineyi, vatandaşın arabasının fotoğrafını çekiyor. Vatandaş mağdur, trafik mağdur, görevini yapan trafik memuru bile mağdur.

Sebep ne?

Pahalı otopark (!)

Çözüm ne?

Bir saatlik ücretsiz otopark (!)

***

Başka sözüm yok.


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Düşünmesi bile çok fena (!)

ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’nun (USGS) araştırmasına göre, İzmir’de en az 7 şiddetinde bir deprem olması kaçınılmazmış. Allah korusun, umarız olmaz; ama ya olursa?

Hazır mıyız?

İzmir depremler şehri. İzmir tarihi depremlerle yazılmış. Depremler sebebiyle, şehir bir oraya bir buraya taşınmış. Korkunun ecele faydası yok. Ancak ecel korkusundan faydalanıp, neden önlem almıyoruz?

***

Şimdi sesli düşünelim:

Deprem oldu ve bazı binalar yıkıldı. Yaralılarımız var ve ne yazık ki dört bir yanda.

***

Soru 1: İzmir’de hizmet veren en donanımlı hastaneleri sayar mısınız?

Ege ve Dokuz Eylül Üniversitelerinin Tıp Fakültesi hastaneleri; Yeşilyurt, Tepecik, Karşıyaka ve Buca Devlet Hastaneleri.

Soru 2: Olası bir depremde buralara ulaşmak mümkün mü?

Hemen cevap vermeyelim, bir örnek verelim.

Ege’den başlayalım. Hiç akşamüzeri Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi kavşağından geçmeye çalıştınız mı?

Geçmediyseniz bir akşam mutlaka deneyin, ama cevabı ben size söyleyim, bir saatten önce o trafiği aşamazsınız.

***

Trafik sıkışıklığı sebebiyle, Ege Tıp’ın aciline ambulanslar bile yetişemiyor.

Ya deprem olursa ne olacak?

Düşünmesi bile çok fena…

Peki ya Tepecik Devlet Hastanesi’ne ulaşmak mümkün mü? ya da Yeşilyurt’a… Normal koşullarda bile sıkıntılı. Her ikisinin de çevresi, özellikle Yeşilyurt Devlet’in çevresi binalarla dolu. Acil servise inen yolda iki bina çökse zaten hastaneye ulaşım kapanacak.

O halde soruyorum.

Neden tüm İzmirlilerin hayatını tehdit eden böylesine önemli (!) bir konuda belediye önlem almıyor. Şehri ihtiyaçlara göre yeniden planlamıyor?

İlla yıkılmamız mı gerekli?

Hadi her yerin delik deşik olmasını, metro çalışmalarının bitmemesini kabul ettik diyelim.

Ama burada söz konusu olan, 4 milyonluk bir şehirde yaşayan insanların hayatı.

Olası bir depremde yaralıların yolda, daha hastaneye ulaşamadan ölmesini, kim nasıl açıklayabilir?

Gerçekten merak ediyorum.

Ne demişler önce eşeğini sağlam kazığa bağla, sonra Allah’a tevekkül et.

Lütfen biraz özen ve “modern şehircilik” anlayışı.


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Hastanelerde hep kötü şeyler olmaz

Nöbetçiyim.

Halen daha ve hatta bu satırları yazarken bile.

Kötü bir olay yaşadık az önce.

Morga indik, ölen bir hastanın öldüğünü “tekrar” tespit ettik.

Bizden istediler yakınları, akıllarında şüphe kalmasın diye.

Ölüm sekiz derece, dışarısı yirmi bir. İçerisi soğuk, dışarısı yağmurlu…

Kötü şeyler bunlar, boşverelim.

***

Dedim ya, hastanelerde hep kötü şeyler olmaz diye.

Nöbetçi arkadaşımla servisimize çıktık.

Kategoriler
Köşe Yazılarım

O şehir ağladı

Yağmurlu havalarda daha çok seviyorum bu şehri.

Yollarda biriken sulara, çamurdan “rezil” olan ayakkabılara, zaman zaman taşan derelere, felç olan trafiğe rağmen seviyorum.

O, bir sevdadır demişler, boşuna dememişler.

Böyle zamanlarda, hüznünü ve yalnızlığını, üzerimize gözyaşı olarak döküyor sanki.

Son on yıldır, doğru dürüst taş üstüne taş konmayan bir şehirden, şehrimizden bahsediyorum: İzmir.

***

Öyleki, eleştirmek bile acı veriyor zaman zaman.

“Dost acıyı, tatlı söyleyendir” demiş Hz.Mevlana,

Tatlı söylemeye niyet edip, yazıyorum bu satırları.

Sorunun değil, aklın bir parçası olmak içindir gayretim. Çözüm bulmak için.

İzmir’i yaftalayanlara inat, doğruyu bulacaktır bu şehir.

Binlerce yıldır olduğu gibi.

***

Nobel edebiyat ödüllü, İzmirli şair Yorgo Seferis’in şiirinde söylediği gibi bekliyor İzmir…

Destansı Öykü’den

Üç yıl boyunca

hiç durmadan haberciyi bekledik

gözlerimizi dikip

çamlara, kıyıya ve yıldızlara.

Bir olup sabanın demiriyle, omurgasıyla geminin,

İlk tohumu arıyorduk

eski oyun yeniden başlasın diye.

***

Emin olun, oyun yeniden başlayacak…

Yürürken üzerimize dökülen şehrin gözyaşları, içimizdeki ruhu canlandıracak.

Yeni, yeniden, güzel İzmir’in olacak.

Ege’nin incisinde bir tek;

Basmaya bulamadığımız çamur kalacak.