Geçen hafta içi bir asistan hekim arkadaşım aradı.
Zihni sinir projelerle, hafiye şerafettin rolü oynamaya kalkanlar için belirtiyorum: Bu arkadaşım orta Anadolu’da yer alan bir üniversitede asistan.
Uzm. Dr. Özgür Niflioğlu’nun tıp, sağlık ve ülke gündemine ilişkin fikirlerini içeren köşe yazıları
Geçen hafta içi bir asistan hekim arkadaşım aradı.
Zihni sinir projelerle, hafiye şerafettin rolü oynamaya kalkanlar için belirtiyorum: Bu arkadaşım orta Anadolu’da yer alan bir üniversitede asistan.
Eğer bir hekim olarak izlemezseniz gerçekten ama gerçekten çok şey kaçırmış olacaksınız.
Fransa dün almış olduğu kararla düşünce özgürlüğünü soykırıma uğratmıştır. Demokrasinin ve çağdaş dünyanın sözde düşün merkezi olan bu ülke, kendi gerçekleriyle ters düşerek, Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü gözler önüne sermiştir.
Fransa sokaklarının kanalizasyona döndüğü dönemlerde, halk için bulunan çözüm parfümü icat etmek olmuştur. Ulusların tarihi sorunlarını, meclis koridorlarında çözmeye çalışan Fransız Hükümetinin, önümüzdeki dönemde daha da fazla eski icatlara ihtiyacı olacaktır. Çünkü yapmaya çalıştıkları her neyse, fazlasıyla ellerine yüzlerine bulaşmıştır.
Güneşin balçıkla sıvanmadığı bir yüzyılda yaşamaktayız. Ülkemiz üzerine oynayacak oyunu kalmayanların, kendi iç siyasi dinamiklerini yerinde tutmak için, başka devletlere saldırmasını, en sert biçimiyle kınıyoruz.
MÜKEMMELİYETÇİLİK..
Daha iyisi olmalıydı…
Daha iyisini yapabilirdin diyordu içinden bir ses sınav sonuçlarının asılı olduğu panoya bakarken. Aslında 90 hiç de fena bir not değildi taa ki sınıfta ondan yüksek not alanı görünceye kadar. Ondan yüksek alanları gördüğünde aldığı 90’ın hiçbir anlamı kalmazdı . daha çok çalışmalıydım dedi kendi kendine. Her sınav sonucunda aynı şeyi yapardı önce kendi notuna sonra diğerlerinin notuna şöyle bir göz atardı. Sınıftaki en yüksek notun sahibi olduğunda içinde bir şeyler böbürlenirken başka bir şey neden 100 değil diye de içini kemirmez değildi hani. 100 aldığında ne olurdu sanki o zamanda alamadığı 100’ler kafasının içine çörekleniverirdi. Sadece okulda mı sporda arkadaşları arasında özel hayatında hep en iyi olmalıydı. Herkese göre en iyi. En güzel kız onun sevgilisi olmalıydı, spor yapıyorsa en hızlı koşan olmalıydı, arkadaşları arasında en popüler olan olmalıydı.yoksa yaptığı hiçbirşey zevk vermez zevk vermediği için yapmak o kadar zorlaşırdı ki artık nefret ederdi. Hayatının her köşesine –meli-, -malılar eklenmişti.
Peki şimdi aklınıza kimler geldi? Bu size bir şeyleri hatırlattı mı? Ya da kendinizden bir parça bir şeyler bulmuşsunuzdur belki de!
En iyisini yapma, en iyisi olma arzusunun çok iyi bir şey olduğu düşünülür hep… O zihinlerde uçuşan bir yere sığdırılamayan MÜKEMMELLİK. Hep daha iyisi en iyisi, her şeyi en güzel yapan, tek yapan. Zaman içinde ne kadar yorduğu, tükettiği sonu olmayan hedeflenen ancak hedefin ne olduğu belli olmayan sonsuzluğa koşmak demek olduğunu kaç kişi fark edebiliyor. Hedeflenen ama ortada hedefin olmadığı…
Nedir bu mükemmeliyetçilik? Mükemmeliyetçilik temel de kendinden ya da diğerlerinden beklenen gerçek dışı yüksek standartlardır. Ne kadar soyut ve muğlak bir kavramdır mükemmellik. Kime, neye, hangi duruma göre. Mükemmel olmayı hayattaki tek amacı haline getiren bir kişi kime göre mükemmel olacak. Yada hangi alanda. Her alanda imkansız olan en iyi olma çabasıyla tüm gücünü tüketip çöküntüye uğramayacak mı? Ve bunlarla başa çıkabilmek için uyumsuz davranış örüntülerine başvurmayacak mı?
Maksim Gorki’nin dediği gibi “Yaşam, insanların bastıramadıkları daha iyiye ulaşma istekleri yüzünden hep yeterince kötü olacaktır.” Aslında hepimiz o standartlar nedeniyle hayatımızı olduğundan daha da kötüleştirmiyor muyuz? Tabii ki hepimizin içinde kendimizi gerçekleştirme güdüsü vardır. Maslow İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde piramitin en üst katmanında “Kendini gerçekleştirme gereksinimi” vardır. Kendini gerçekleştirmek, var olan potansiyel ve enerjisini tümüyle yaşama geçirmek ve “olabileceği” insanın bütünü “olmaya” çalışmaktır. Ancak fark ettiyseniz var olan potansiyel demektedir. Kişinin kendisini olduğu gibi bütünü ile kabullenmesidir. O zaman ben sürekli standartlarımı zorluyor hatta varolmayan standartları kendime dayatıyor ve bulunduğum durumun tadını sadece çok kısa, anlık çıkarabiliyor ve onun da anlamını kolayca tüketiyorsam, hep daha iyisi olabilirdi diyor ve hemen daha üst noktaya gözümü çeviriyorsam kendimi olduğum gibi kabulleniyorum diyebilir miyim? Kesinlikle hayır aksine kendimi kabullenmemek için elimden geleni yapıyorum demektir.
Bu davranış, düşünce ve tutumların sağlıksız olduğunu kabullenmenin çok da hoşa gideceğini söyleyemem. Hayatımızı zindana çeviren bu yüksek standartlardan vazgeçmek sanıldığı kadar kolay da değildir.
Razı olmak işte en iyi olmaktan vazgeçen insanların dilinde dolaşan tek sözcük. İçinde neler barındırır razı olmak. Kötünün iyisi, bulunduğun duruma katlanmak, sanki çıkılması gereken ancak yapılamayınca boyun eğilen bir durumdur razı olma hali. İşte en yüksek olamadığında en iyisi razı olmaktır değil mi?
Gelin kendinize razı gösterip katlanmaktansa kabullenmek, olduğu gibi görmek için bir adım atın. Başarılarınızın elinizdekilerin tadını bugün için doyasıya çıkarın.
Psk. Nilüfer Yalınçetin
Tıpta uzmanlık eğitiminin olmazsa olmazıdır uzmanlık tezi. Tez vermeden uzman olamazsınız. Asistan hekimlerden nitelikli (!), kaliteli (!) ve özgün (!) bir yayın hazırlamaları beklenir.
Kimi tezler uluslararası dergilerde yayın olma şansını yakalarken, kimi tezler ise google amca’nın çöplüğünde arama motorunun ara sıra takıldığı bir pdf dosyası haline gelir.
Aslında tez asistan hekimi bilime ısındırmak için yapılır.
Ancak kimi yerlerde öğretim görevlileri, uzmanlık tezlerini gerçek bir angarya olarak görür.
Anlamadığım “şey” ise böylesine önemli ve asal bir aktivitenin günün akşam saatlerine atılması konusunda gösterilen olağanüstü çabadır.
Ne kadar hevesli olursanız olun, eğer hocanız sizinle ilgilenmiyorsa o tez, sizin hayatınızı zehir eder. Hatta durum öyle hale gelir ki tez derdi ev ahalisinin temel problemi oluverir.
***
Peki o zaman soruyorum;
“Tezini hazırlamayan asistan hekime uzmanlık verilmiyorsa, tez vermeyen ve süreçte asistana destek olmayan öğretim görevlisinin de cezalandırılması gerekmez mi?”
Tez konusunda tam destek veren hocalarımıza sevgiler, vermekte zorlanan hocalarımıza teessüflerimizle (!)
***
Son olarak hoş bir fıkra…
Tez danışmanı
Bay Tilki bir gün ormanda dolaşırken Bay Tavşan’a rastladı. Bay Tavşan bir şeyler yazmakla meşguldü.
– Kolay gelsin, Bay Tavşan. Ne yazıyorsuunuz?
– Doktora tezimin 1. bölümünü yazıyorum..
– 1. bölümde teziniz ne?
– Tavşanlar tilkileri nasıl parçalar? – Yapmayın! Bu hiç de doğru değil. Bu biir bilim adamına yakışmayacak ciddiyetsizlik. Teziniz kökten yanlış.
– Yaa..! Öyle mi? dedi Bay Tavşan, ‘Pekii, gel de deneysel kanıtı gör öyleyse.’
Bay Tavşan önde Bay Tilki arkada çalılığın arkasına doğru ilerlediler. Bir süre sonra Bay Tavşan yüzünde gülümsemeyle çalılıktan çıkıp geldi ve yerine oturarak yazmaya devam etti.
Bir zaman geçti. Bay Kurt’un yolu Bay Tavşan’ın bulunduğu yere düştü. Bay Kurt sordu:
– Kolay gelsin, Bay Tavşan. Ne yazıyorsuunuz?
– Doktora tezimin 2. bölümünü yazıyorum..
– 2. bölümde teziniz ne?
– Tavşanlar kurtları nasıl parçalar? – Yapmayın! Bu doğru değil. Bu bir bilim adamına yakışmayacak ciddiyetsizlik. Teziniz kökten yanlış.
– Yaa..! dedi Bay Tavşan,’Gel de sana deeneysel kanıt göstereyim.’
Bay Tavşan önde Bay Kurt arkada çalılığın arkasına doğru ilerlediler. Bir süre sonra Bay Tavşan yüzünde gülümsemeyle çalılıktan çıkıp geldi ve yerine oturarak yazmaya devam etti.
Biz de neler olduğunu merak ettik, tabii. Çalılığın arkasına dolanıp baktık ki Majesteleri Aslan, Ormanın Kralı, haşmetle oturuyor ve etrafında parçalanmış kurt ve tilki.
Kıssadan Hisse:
Tezinizin ne olduğu hiç önemli değildir; önemli olan tez danışmanınızın kim olduğudur.
Not: Kendi uzmanlık tezimin hazırlanmasında değerli hocamın katkıları vesilesi ile hiç zorlanmadım bunu da belirtmek isterim. Bu yazı tez konusunda gelen, onlarca elektronik mektuba destek olmak amacıyla yazılmıştır.