Değişen dünya ve gelişen teknoloji, hekimlik pratiğini de kökten etkilemiş durumda. Batı anadolu topraklarında, “asklepion” adı verilen tababet merkezlerinde başlayan “telkin” temelli hekimlikten günümüzde eser yok. Cepte taşınan ultrasonla ya da çoğu kez dokunmadan yapılan ve hastayı “meta1” haline getiren hekimlik pratiğinden de hastalar ne kadar memnun o da ayrı mesele.
Asklepion’dan bahsetmişken hatırlatmakta fayda var. En büyük nekropoller asklepion girişlerinde yer alırmış. Çünkü iyileşmeyeceğine inanan ya da inanılan hastalar hastanelere alınmazmış (!). Günümüzdeki pasif ötenazi ya da “kendi isteğiyle taburcu edilme telkininin (!)” temelinde bu düşüncenin yattığını söylemek çok da iddialı olmayabilir.
Antik çağdan günümüze yaşanan gelişmeleri göz önüne aldığımızda, geleceği öngörmek bir o kadar zor oluyor. Ancak teknolojideki ilerlemeden, hastaların ne kadar mutlu olduğu, gerçekten tartışılmaya değer bir konu.
“Yayılmaya değer fikirler” başlığı ile yayın yapan A.B.D. kaynaklı bir web sitesinde, Dr. Abraham Verghese’nin klişe olmuş konuşması bu konuda oldukça yol gösterici. Verghese’ye göre “meta” haline gelen, laboratuar verileri ile birlikte bilgisayar ekranından değerlendirilen hastalar, dokunulmamaktan ve dinlenmemekten çok şikayetçi. Türkiye’de ise durum biraz farklı olabilir; belki de bir araştırma yapsak, hekimlerin dokunmaya ve dinlemeye fırsat bulamamaktan şikayetçi olduğunu görebiliriz (!)
Bilişim dünyası şu an en çok “yapay zeka” üzerine çalışıyor. Japon otomotiv sektörünün “Asimo” adlı robotla bu kadar uğraşmasının, IBM’in insanlarla satranç oynayan yazılımlar geliştirmesinin altında da bu mantık yatıyor. Birgün verdiğiniz idrar tahliline karışan epitel hücrenizdeki “DNA’nızdan” evrensel veritabanına ulaşılıp, babanızın adını söylemek bile mümkün olacak. Makineler belki de yüzde yüz doğrulukta tanı koyacak. Ama hastalar mutlu olacak mı?