Kategoriler
Köşe Yazılarım

Bunu biliyor musunuz?

1 Eylül 1901, 20. Yüzyılın başı. 

Osmanlı Devleti’nin en önemli ticari limanlarından biri olan ve İpek Yolu’nun en son noktasında yer alan İzmir’de büyük bir heyecan var. Konak meydanı tarihe tanıklık etmek isteyenlerle dolup taşmış durumda. Neden mi? Biraz tarih… 

Sultan II. Abdülhamid iktidarının 25. yılını doldurmuştur. Bunu fırsat bilen İzmirliler, Sultan’ın cülus yıldönümü anısına İzmir’e bir eser bırakmaya karar verirler. Dönemin İzmir Valisi Kami Paşa’nın başlattığı kampanya ile yüklü miktarda para toplanır. İzmir’in tam ortasına, Evliyazade Hacı Mehmet Efendi’nin konağının tam önüne yani bugünkü Konak Meydanı’na bir saat kulesi yapılmasına karar verilir. 

Ya da diğer bir deyişle “şehrimiz namına da bir hatıra-yı udubiyyet ve sadakat olmak üzere, hükümet-i seniyyece bir eser vücuda getirilmesine teşebbüs kılınmıştır” denir. 

Bu iş için İzmir’de pekçok esere imza atmış olan mimar Raymond Charles Péré görevlendirilir. Mimar Raymond işe koyulur; Kulede kullanılan yeşil ve pembe renkli mermer sütunlar Marsilya’dan, platform ve kurnaların mermerleri Denizli’den getirtilir. Kolonların mimarisi aslında Kuzey Afrika üslubundadır. Saat kulesi Sultan’ın 25.yılı anısına 25 metre yüksekliğindedir. 

Kaba inşaatı biten, Osmanlı armalı, Sultan Abdülhamid tuğralı kulenin son bir eksiği vardır: Saati. Beklenen saat Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından hediye edilir. 22 adet dişli çarktan oluşan saatin mekanizması üzerinde 1901 tarihi bulunmaktadır. Her biri beşer kilogramdan fazla ve çelik halatlarla bağlı iki ağırlığın, haftada bir yukarı çekilmesinin sağladığı güç ile saat çalışmaktadır. 

İnşaat biter ve beklenen gün gelir. 31 Ağustos’ta Sadrazam Küçük Said Paşa İstanbul’dan saat kulesinin açılışı için gelir. Halk toplanır ve 2 gün süren şenliklerle İzmir yeni simgesine sahip olur. 

Sadrazam’a, Padişah’a takdim etmesi için Saat Kulesi’nin gümüşten bir maketi verilir. Bugün o maket Topkapı Sarayı’ndadır. 

1974 yılındaki İzmir depremi saat kulesinin en üstünü yıkar. 1976 yılında onarım gören kulenin çanı ise artık çalmamaktadır. 

*** 

Peki biz saat kulesinin 100. Yıldönümü anısına ne yaptık? 

Küçük bir sempozyum, 

110 yıldönümü anısına? 

Fikrim yok… 

*** 

En azından 111. Yılını kutlayalım. 

Güzel İzmir’in “yegane” simgesine sahip çıkalım ! 

Ek not: İzmir’de ilk saat kulesi İngilizler tarafından Aydın Demiryolu hattının Buca İstasyonu üzerinde inşa edilmiştir. 


Kategoriler
Köşe Yazılarım

O ödül neye bedel?

Bir Nobel tartışmasıdır sürüyor gidiyor son günlerde.

Rahim nakli sonrasında çocuk doğarsa,

Nobel Tıp ödülü Türkiye’ye gelebilirmiş.

Keşke (!)

Kategoriler
Köşe Yazılarım

Gözden kaçan küçük ayrıntı (!)

Neredeyse bir haftadır yazılıyor, çiziliyor…

Akdeniz Tıp’taki başarı hikayesi.

Ya da bir hocamızın “ekibiyle” gerçekleştirdiği operasyon.

ve dünya gündemine oturan yüz nakli.

Ne derseniz deyin. 

Kategoriler
Köşe Yazılarım

Bunu hak etmiyor muyuz?

Balçova’da, Agora alışveriş merkezinin önünde, yerin 43 metre altında yer alan metro istasyonuna iniyorum.

Çiğli Uluslar arası Havalimanı EXPO 2020 kapsamında kullanıma açılacak, bu etkinliğe katılmak için tüm İzmirliler gibi oradayım.

Denizin altından geçen metro hattı sayesinde Balçova – Çiğli arası sadece 15 dakika. İzmir’de şu an aktif 8 adet metro hattı mevcut ve birçoğu Konak’da birleşiyor.

Körfez içerisinde her semtin önünde bir vapur iskelesi var. Denizin tadını, martıların sesini ve yeniden temiz körfeze gelen yunusları görmek isterseniz bu yolu da seçebilirsiniz.

İzmir’li gençler artık iş bulmak için başka şehirlere göç etmiyorlar, işsizlik İzmir’de çok azalmış durumda. Son dönemde İzmir’in konut sorunu da çözüldü, ev kiraları da eskisi kadar pahalı değil.

Canınız sıkıldığında Çeşme’ye gitmek ise artık hiç sorun değil;

Narlıdere Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi önündeki metro istasyonunda inin, yer altından Otoyol ortasındaki hızlı tren istasyonuna yürüyün. 25 dakika’da Ilıca plajına varıyorsunuz.

Ne güzel olurdu öyle değil mi ?

Bir an gördüğüm rüyadan uyanıyorum…

Delik deşik yollar yüzünden arabamın alt takımı yılda en az iki kere değişiyor, metro çalışmalarının yapıldığı yerlerde esnaf batmış durumda, sahil yolunda trafik her sabah kilitleniyor, denizi ulaşım için kullanmıyoruz, Türkiye’nin en az yeşil şehrinde yaşıyoruz, ağaç dikmiyoruz, toz, toprak ve biriken sular…

Burası İzmir, yani Türkiye’nin en batı ve en medeni şehri? Neden bu hale geldik. Üzülüyorum, susuyorum ve şunu iyi biliyorum;

İzmirliler daha iyisini hak ediyor (!)


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Uçmayan kalmadı (!) Park eden olmadı (!)

Eskiden vatandaş, sadece sinemada uçardı. 1974 yapım “Hostes”  filmi bu durumun en güzel kanıtı. Perihan Savaş’ın hostes, Aytaç Arman’ın kule görevlisi olduğu filmde;  vatandaşı gerçekten uçurmuşlar, mutlaka izleyin (!).

Merak edenler, internette beş dakikasını izlese yeter.

O kadar mühim bir şeydi yani uçmak. Çocukken ne zaman uçak geçse, balkona koşup gökyüzüne bakardım, merak ederdim uçmak nasıl birşeydir diye. Babaannem inatla uçağa “tayyare” derdi. Ben de inatla “ona uçak deniyor babaanne, uçak”, derdim. Halen daha o koca kütlenin nasıl uçtuğunu anlamıyorum doğrusu. Eminim ki, babaannem hiç anlamıyordu (!).

Şimdilerde ise uçaklar, otobüslerle yarışır hale geldi. Yeterince önceden (!) biletinizi alabilirseniz, otobüsten ucuza uçabilirsiniz. Bu çok güzel bir gelişme. Bu anlamda Ulaştırma Bakanlığı’nı gerçekten kutluyorum.

Ancak otobüsten ucuza bilet aldım diye sevinirken, havalimanı otoparkına uçaktan çok para vermek insana dokunuyor doğrusu. Bu işe bir çözüm bulunamaz mı, gerçekten merak ediyorum.

Bir diğer merak ettiğim konu ise, İzmir Adnan Menderes Havalimanı’nda, her uçak iniş kalkışı sırasında yaşanan trafik karmaşası.

Bilmeyenler için hatırlatayım; İzmir Adnan Menderes Havalimanı iç hatlar kısmı, TAV’ın kazandığı ihale sonrası yenileniyor. Bu yüzden iç hat uçuşları, dış hatlar terminalinden gerçekleşiyor. Kısacası birazdan bahsedeceğim sorun “inşaat sebebiyle”, havalimanı içerisinden, havalimanı dışarısına kaymış durumda.

Sorun nedir anlatayım:

Bilindiği, bilinmediği ya da bilinmeden bir kez denendiği üzere (!) Havalimanı otoparkına 5 dakikalığına bile girmek – çıkmak büyük para.

Hal böyle olunca vatandaş; doğal olarak otoparka girmiyor, yolun sağında – solunda bekleme yapıyor. Uzun kuyruklar oluşuyor. Bu kuyrukları trafik polisinin “yolu açmak uğruna” gelmesi izliyor. Sonra da memur bey alıyor eline dijital makineyi, vatandaşın arabasının fotoğrafını çekiyor. Vatandaş mağdur, trafik mağdur, görevini yapan trafik memuru bile mağdur.

Sebep ne?

Pahalı otopark (!)

Çözüm ne?

Bir saatlik ücretsiz otopark (!)

***

Başka sözüm yok.